Bugün köyde seçim var! Köy hanesi 500’e yakın…
Rüzgar’ın (Rızgar) seçim sandığında görevli olduğunu biliyoruz. Hatta köyde kim olduğumu soran olursa onun ismini vermek gerekir.
Sabah 4-5 gibi uyanıp boş köy sokaklarını çekiyorum. Yalnız başıma çalışmak daha verimli geliyor. Birini bekletiyormuşum ya da meşkul ediyormuşum hissi yok. Nereyi istersem orayı sessiz sessiz videoluyorum. Bir ara Mami görünüyor köy sokaklarından birinde. Nereden nasıl geldiğini anlamıyorum; ama nerede olduğumu zaten 5 dakika önce telefonda söylemiştim. Sabah 6 olmuş. Yüzmeye gideceğini söylüyor. Su ılıkmış.
Mami yüzmeye giderken tırmana tırmana yolun sonuna gelip bir kaç görüntü alıyorum. Bu sabah aldığım görüntüler beni memnun ediyor. Ara ara ne çektiğimi soran oluyor. "Muhtarın oğlunun misafiriyim." deyip Rızgar’ın ismini verinyorum. Birde arkaya formül gibi iki cümle sıralayınca ciddeni her şey çözülüyor. Rızgar’a bak sen diyorum.
Kahvaltı için eve dönüyorum. Evin Hasan Dede’sinin anlatacakları var. Evin yakınlarındaki boş tandırda bol bol görüntü alıp güzelce konuşturuyoruz. Her şey güzel güzel ilerleyor. Röportaj istediğim gibi olmasa da diğer kayıtlar istediğim görüntülere yakın. Heyecanım artıyor tabi. El ile tutulur bir gün elde ettik. Yarın buradan gitmem lazım ama en azından beni heyecanlandıracak bir avuç temiz kayıt var.
Akşam son gün diye yüzmeye gidelim diyoruz. Bu sefer siyah kumun mevcut olduğu kilisenin arkasında kalan kıyıya gidilecek.
Önce Gidip RIzgar’a selam vermeliyiz.
Seçim bitti. Oylar sayıldı.
Demirtaş:306
Erdoğan: 36
Ekmeleddin: 2
Rızgar ile seçim sandığı ve platform toplanıyor. Arabaya yükleniyor.
Bu seçimde oy kullanamadıysam da ucundan işin bu kısmından solumak rahatlatıyor.
Tepeye geldiğimiz de Rüzgar’a güvenip arabayı yokuştan kıyıya sürüyoruz. Ha sürmez olaydık! Efenim aile varmış orada yüzemezmişiz. "Ben İstanbul’dan geldim. Köy halkından değilim. Bana söz edilmez” deyip fevri bir çıkış yapsam da işe yaramıyor. Hevesimiz kursağımızda. "Ee hadi başka bir koya o zaman" diyoruz; fakat o da ne? Araç yokuştan çıkmıyor. Hepimizin yüzü Rızgar’a dönüyor. Yarı öfkeli şekilde yapacağı açıklamayı bekliyoruz. Bir açıklama da yapmıyor ilk 15 dakika. "Ben nereden bileyim böyle olacağını!" demek dışında başka bir açıklama yok. "Daha önce böyle değildi". Ama Rüzgar’da formül bu zaten: Daha önce böyle değildi.
Aile fikrini hiçe sayılıp Mami’nin de rızasıyla çocukları alıp kıyıya iniyorum. Zaten hiç de düşündüğümüz gibi çıkmıyor ailenin hali tavrı. Bir kaç dilim karpuzla karşılıyorlar beni. Kısa bir süre sonra bizim çocuklarda tepede görünüyor. Belliki arabayı o çamurlu yoldan kurtarmışlar. Yüzleri gülerek geliyorlar. Yine go prolu su altı fotoları çekip sudan çıkıyoruz.
Gece Dolunay var. Ruhumuz, keyfimiz güzel.
Ertesi gün köyün tepeden görüntüsünü çekip 13.00 gibi Siirt’e doğru yola çıkacağım. Gelmişken Bitlis derneğine faydam dokunsun diye burası için çekeceğim bir fotoğraf esasen.
Nihayetinden bir sonraki gün detayına inmek istemediğim talihsiz bir doğa turuyla tepeden 3-5 fotoğraf çekiyorum.
Eve döndüğümüzde sağlam bir duş alıyorum. Ev halkıyla, büyükleriyle vedalaşıyorum. Eller öpülüyor. Çocuklara sarılıyor. Sonra Tatvan’a geçmek için arabaya atlıyoruz. Akşama Siirt’e olmuş olacağım. Mami ile İzmir’de görüşüp İstanbul’a birlikte geçebileceğimizi söylüyoruz.